Kartopu
Yaratıcı Öz alanından varoluşu seyre dalmıştı yine Lame.
İçin için imreniyordu seyrederken.
Acaba nasıl bir şeydi varoluş sahnesinde olmak? Bu soru, Lame’yi alev alev yakıyordu uzun bir zamandır.
Kendisinin gördüğü gibi mi görülüyordu hayat insanlar tarafından? Kendisinin duyduğu gibi mi duyuluyordu? Kendisinin hissettiği gibi mi hissediliyordu?
Tüm bu soruların girdabındayken, birden gözüne bir sahne çarptı varoluş oyunundan.
Dikkat kesildi Lame bu sahneye derin bir iç çekişle…
Şimal’i, bugün çok yormuştu çocuklar.
Müzik öğretmeniydi Şimal.
Yaptığı işi çok seviyordu. Hele de çocuk sahibi olamayacağını öğrendiği o andan sonra, sınıfındaki her bir çocuk onun için kutsal bir hazine haline gelmişti. Elini uzatsa dokunabilecek kadar yakın, ancak hiçbir zaman tutamayacak kadar uzak bir mücevher gibiydi çocuklar onun için. O minik kalpler farkında değildi, Şimal’in her bir öğrencisinin yüzüne baktığında kalbinin nasıl da kanadığının.
Bugün ayrı bir şey vardı Şimal’in minik hazinelerinde. Ders anlatırken bir an durmamışlardı, susmamışlardı. Yapmayın, oturun demekten bitap düşmüştü. Oysaki Şimal, çocuklarla birlikteyken sanki sonsuz ve sınırsız bir enerjiyle kuşatılırdı.
Ama bugün öyle değildi.
Tabii günün ona getireceği sürprizi bilemezdi!
Yorgunluktan tükenmişti. Ayakları onu eve yönlendiriyordu ancak vicdanı izin vermiyordu.
Zaten vicdan ile bilgelik arasında oynanan bir oyun değil miydi hayat?
Şimal, yine vicdanının sesine yenik düştü...
5 senedir gönüllü olarak çalıştığı dernekten içeri adımını atıyordu ki, sanki nadide bir vazoyu taşır gibi kucağında tuttuğu pamuk beyazı tüyleri kirden duman grisi olmuş, kanlar içinde bir köpekle içeri girdiğini gördü.
Şimal’i savurarak kendine yol açtığının farkında bile değildi. En yakın veteriner yerine, neden buraya getirmişti bu canı bilmiyordu.
O bilmese de Lame içinden Varoluş Oyununda tesadüf yok diye geçirdi heyecanla ve olasılık alanından hangi olasılığın seçileceğinin merakıyla.
İşten çıkmış arkadaşlarıyla kahve eşliğinde biraz laflamak ve günün yorgunluğundan uzaklaşmak hayaliyle çiseleyen yağmurdan kaçmak için koşar adımlarla ilerlerken, acı bir fren sesiyle, olduğu yerde donup kaldı Cihan.
Saniyeler içinde olmuştu her şey.
Yolun karşısına geçmekte olan köpeği fark etmiş ve frene basmıştı köşeyi dönen araba sürücüsü ancak yağmur asfaltı ıslatmıştı. Arabayı durduramadı.
Çarptı
Çarptığı bir CAN değildi sanki. Havada defalarca takla atan ve asfalta yığılan bir CAN değildi sanki. Bir çuval gibi sürüklediği bir CAN değildi sanki.
Öylece çarptığı gibi bıraktı, kaçtı, gitti…
Yavrucağın o kar beyazı tüyleri çamurla, kanla karmakarışıkken bile çok güzel görünüyordu. Öyle bir bakışla bakmıştı ki kendine yaklaşan Cihan’ın gözüne, yardım et diye yalvaran sessiz çığlığı duymamak mümkün değildi.
Cihan, onu kucakladığı gibi birkaç adım ilerde sokağın başındaki sokakta yaşayan canlara destek veren derneğe koştu. İçinden dua ediyordu. Ona çabucak ilk müdahale yapılabilsin, dernekte veteriner olsun diye. Hayatında ilk defa dua ediyordu Cihan.
Acaba bir sahibi var mıydı? Onu bile düşünememişti. Tasması olurdu sahibi olsaydı dedi kendi kendine. Tasması yoktu. İçinden ona Kartopu demek gelmişti. Acaba adı da mı yoktu?
Şimal adımını derneğe atmak üzereyken neye uğradığını anlayamadan, Cihan’ın çarpmasının etkisiyle sendeledi. Kapıya tutunmasa yere kapaklanacaktı. Bugün nasıl kabus bir gündü böyle diye düşündü Şimal.
Lame tüm olasılık ekranları gözünün önünde dururken en yüksek olasılıklı seçeneğe bakıp, acaba Şimal bu olasılığı fark edip seçecek mi diye meraklandı yine Varoluş Oyununu seyre dönerken.
Cihan’ın Kartopu ile derneğe gelmesiyle, dernekte bir panik havası esmekteydi. Şimal kendini toparlayıp içeri koştu. Cihan veteriner yok mu diye bağırıyordu avazı çıktığı kadar.
Yoktu
Kartopu artık nefes almakta çok zorlanıyordu ve Cihan ne yapacağını bilmez halde, Kartopu’nun yardım çığlıklarına karşılık verememenin acısıyla yere çöktü.
Kartopu gözlerinde Cihan’a sunduğu sonsuz teşekkürle usulca nefes almayı bıraktı. Cihan kucağında Kartopu’nun cansız bedeniyle öylece kalakaldı. Ölümün sessizliği kapladı derneği, herkesi ve her şeyi. Varoluş oyunu donmuştu, durmuştu sanki.
Çıt çıkmıyordu.
Sessizlik, çalan telefon sesiyle bozuldu.
Kimse telefonu açmıyordu. Ancak telefon ısrarla çalıyordu. Herkes derneğin ortasında Cihan’ın kucağında kanlar içinde yatan Kartopu’nun başındaydı. Kimse yerinden kıpırdayamadı sanki mıhlanmışlardı.
Lame nefesini tuttu beklerken…
Telefon hala ısrarla çalmaktaydı. Sanki bir şey Şimal’i sarstı ve Şimal bir anda kendine geldi. İşte o an telefonun çaldığını fark etti. Şimdi telefonun sırası mı diye söylendi içinden. Ama hemen toparladı kendini. Belki de arayanın başka bir canı kurtarmak için iletileceği bir haberi vardır diye düşündü ve telefona doğru yürüdü.
Bu derneğe ulaşan her telefon çok önemliydi. Bunu çok iyi biliyordu.
Şimal telefonu açtı tüm duyguları ve duyuları yok olmuştu sanki. Telefonun diğer ucunda bir kadın sesi alo, alo diye sesleniyordu. Şimal sanki bir film karesinden zorlukla kendini çıkarıp gerçek hayata dönmüştü. Hissizce buyurun dedi. Henüz bilmiyordu uzun zamandır beklediği sihrin gerçekleşeceğini.
Büyük bir hevesle bir çırpıda anlatıvermişti Karaca yapmak istediklerini. Sokak Hayvanlarına destek olmak için hazırladığı proje ile ilgilenecek bir dernek arıyordu. Şimal kulaklarına inanamadı. Uzun zamandır barınak yapmak için toplamaya çalıştıkları para bu proje ile kolaylıkla onlara gelmiş olacaktı. Mucizelere inanmayı bırakalı çok olmuştu. Ama şu an bir mucize olmuştu. Kartopu ile gelen bir mucize miydi bu? Son nefesinde onunla olanlara teşekkürü müydü?
Ne tuhaftı şu hayat denen şey. 1 dakika önce kalbine çöken ağırlık şimdi yerini buruk bir sevince bırakmıştı. Karpotu’yu kaybetmişlerdi ancak 200 canı sokaktan kurtaracaklardı.
Bu mucize değil de neydi?
Büyük bir sevinç içindeydi Lame. Şimal’in uzun zamandır yaptığı çağrı cevaplanmaktaydı şu an. Eğer Şimal telefonu açmasaydı başkaca bir olasılık devreye girecekti. Şimal’in hayalleri ise sönmüş olacaktı.